20 Mart 2015 Cuma

BAB-I ESRAR

Kayıp babasıyla doğacak çocuğu arasında kalmış bir kadın... Hayatın anlamını arayan bir insan: Karen Kimya... Kapıları sırlara açılan bir kent... Sırların mucizelere dönüştüğü geceler. Mucizelerin hakikat sayıldığı zamanlar... Yedi yüz yıl öncesinden gelen bir fısıltı... Aşkı sadece aşkla tartanların ıtırlı soluğu... Ölümün yok edemediği bir sevda... Yıllara direnen bir sevgi; Şems-i Tebrizi ve Mevlâna Celaleddin-i Rumi... Günümüzden yedi yüz küsur yıl öncesine uzanan gerilim dolu, heyecan yüklü, mistik bir serüven...

"Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu. Ürkütücü bir serinlik içinde yüzüyordu ağaçlar. Kış güllerinin katmerlenme vaktiydi, nergislerin tazelenme demi. Yedi kişi girmişti bahçeye... Yedi öfkeli yürek, nefretin ele geçirdiği yedi akıl, yedi keskin bıçak. Yedi lanetli adam bahçenin sessizliğini yedi parçaya bölerek yürüdü kurbanlarının bulunduğu tahta kapıya...

Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Cinayetin tek tanığı dolunaydı. Hiç şaşırmadan, ürpermeden, korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından. Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya. En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini. Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana.

Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet..."

AHMET ÜMİT

Ahmet Ümit 1960 yılında
Gaziantep’te doğdu.1983 yılında Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü
bitirdi.1985-86 yıllarında Moskova’da Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde eğitim
gördü. Türkiye’nin en önemli polisiye ve suç yazarlarından biridir.

İlk öyküsünü 1982 yılında kaleme aldı. Bu öykü 40 dilde yayınlanan bir dergide
basıldı. 


Hikayelerinden Başkomser Nevzat Çiçekçinin Ölümü Başkomser Nevzat Tapınak
Fahişeleri ve Başkomser Nevzat Davulcu Davutu Kim Öldürdü? adlı üç çizgi roman
yapılmıştır.

Kitapları yirmiden fazla dile çevrilen Ahmet Ümit’in masalları ve bazı
romanları okullarda yardımcı ders kitabı olarak okutulmaktadır.



Ahmet Ümit’in romanları sağlam bir polisiye kurgunun yanında derin sosyolojik
ve psikolojik çözümlemeler içerir. Ülkenin tarihsel mirası olan Hitit
İmparatorluğu Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’na dair ilginç
bilgiler metinlerinin içine ustaca yerleştirilmiştir. Ama bu çarpıcı tarih
notları okurun ilgisini diri tutmaktan çok insan ruhunu tartışmak için
kullanılır. Çünkü yazar edebiyatının bir amacı varsa eğer bunun insan ruhunu
açıklamak olduğuna inanmaktadır. Onun romanları Anadolu’nun zengin tarihi
üzerinde Poe’nun kurgusuyla Dostoyevski’nin ruhsal çözümlemelerinin bir
birleşimi gibidir. Yazdıklarının en önemli özelliği hızlı okunabilir olmasına
yanında güçlü bir dile sağlam bir edebiyat estetiğine sahip olmasıdır.

Sis ve Gece adlı romanı Turgut Yasalar tarafından Bir Ses Böler Geceyi adlı
romanı ise Ersan Arsever tarafından uzun metrajlı filme uyarlanmıştır.

Öykülerinden Uğur Yücel tarafından Karanlıkta Koşanlar Cevdet Mercan
tarafından Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı iki ayrı dizi film yapılmıştır.

Aşk Köpekliktir adlı hikayesi oyunlaştırmış ve Akla Kara Tiyatrosu tarafından
sahneye konulmuştur.

Şehirlilik bilincini uyandırmak tarihi kentlere duyarlılığı artırmak ve çok
kültürlülüğü geliştirmek için Yaşadığın Şehir adlı bir TV programı yapmıştır.



İstanbul’daki Okan Üniversitesi’nin Danışma Kurulu Üyesi’dir.
(http://www.ahmetumit.com/biyografi.asp sitesinden alınmıştır.)

ESERLERİ

  • Sokağın Zulası (1989)
  • Çıplak Ayaklıydı Gece (1992)
  • Bir Ses Böler Geceyi (1994)
  • Masal Masal İçinde (1995)
  • Sis ve Gece (1996)
  • Tapınak Fahişeleri Başkomser Nevzat 2 (1997)
  • Agatha'nın Anahtarı (1999)
  • Kar Kokusu (1998)
  • Patasana (2000)
  • Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (2002)
  • Kukla (2002)
  • Beyoğlu Rapsodisi (2003)
  • Aşk Köpekliktir (2004)
  • Başkomser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü (2005)
  • Kavim (2006)
  • Ninatta'nın Bileziği (2006)
  • İnsan Ruhunun Haritası (2007)
  • Olmayan Ülke (2008)
  • Bab-ı Esrar (2008)
  • İstanbul Hatırası (2010)
  • Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut'u Kim Öldürdü ? (2011)
  • Sultanı Öldürmek (2012)
  • Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (2013)
(http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_%C3%9Cmit sitesinden alınmıştır.)

    BAB-I ESRAR

    Bab-ı Esrar Ahmet Ümit’in Kasım 2008 tarihinde çıkardığı, gerilim romanıdır. Ayrıca okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabıdır. Kitapta Mevlana Celaleddin Rumi ve Şems-i Tebrizi’nin 700 yıllık hikayesine geniş yer verilmiştir. Kitabın kahramanı Karen Kimya Greenwood, Mevlevi Poyraz Efendi ile eski bir hippi olan Suzan’ın kızıdır. Çok sevdiği babası, Karen on iki yaşındayken onları terk ederek, Şah Nesim adında Pakistanlı bir adamla yok oluyor ortadan. Karen, babasının onları neden terk ettiğini uzun yıllar anlayamıyor. Otuzlu yaşlarında olan Karen Londra’da bir sigorta şirketinde çalışmaktadır. Ayrıca Karen hamiledir. Fakat bunu sadece nişanlısı Nigel bilmektedir. Karen her ne kadar çocuğu doğurmak istese de Nigel çocuk sahibi olmak için daha genç olduklarını düşünmektedir. İngiltere’de yaşayan Karen Kimya, iş için patronu tarafından Konya’ya gönderilmiştir. Karen Kimya’nın patronu olan Simon’ın özellikle Karen’ı Konya’ya göndermesinin nedeni Karen’ın babasının Türk olmasıdır. Simon, Karen’ın Türkleri iyi tanıdığını iddia etmektedir. Babası mevlevidir ve Konya’da büyümüştür. Karen'ın annesi Susan ve Poyraz Efendi, Susan’ın Konya’ya yaptığı bir gezi sırasında izlemeye geldiği bir sema gösterisinde tanışmışlardır. Kitapta, babası Türk annesi İngiliz olan Karen Kimya'nın Konya'ya geldikten sonra yaşadığı olaylar anlatılmaktadır.

    Kitabın tanıtım filmi için ; https://www.youtube.com/watch?v=as74-fNUFLk


    Kitabı elime aldığımda önyargılı davranmak istemedim. Çünkü okuyacağım ilk Ahmet Ümit kitabıydı.
    Başlarda biraz sıkıldım. Olaylar çok yavaş ilerliyordu. Ama kitap ilerledikçe daha da ilgi çekici bir hal aldı. Olaylar çoğalmaya başladı. Karen Kimya’nın gördüğü düşler arttı. Aslında siyahlar içindeki sürmeli adamın Karen Kimya’nın babası olduğunu ve yaşlandığı için Karen’ın onu tanıyamadığını düşündüm. Fakat daha sonra o adamın Poyraz Efendi olmadığını anlayınca biraz üzüldüm. Çünkü kendimi bu sona, mutlu sona hazırlamıştım. Baba kız birbirlerini buldukları için mutlu olup birlikte yaşayacaklardı. Hiç beklemediğim bir sonla karşılaştım. Poyraz Efendi’nin öldüğünü öğrenince, başlarda ne kadar kızmış olsam da çok üzüldüm. Başlarda kızmamın sebebiyse kızını ve karısını ardında bırakıp gitmiş olmasıydı. Kızı küçükken onu çok sevip, ilgilenen baba Şah Nesim için kızından vazgeçmişti.Karen için çok üzüldüm ama neyse ki yanında annesi vardı. Susan kitapta en sevdiğim karakter diyebilirim. Gerek kızına aşıladığı görüşler, verdiği öğütler, kendisinin dünya görüşü… Her şeyiyle örnek aldığım bir karakter. Kızı da öyle. Hatta kitapta Karen’ı kıskandığım çok yer oldu. Sonuçta Karen rüyalarında 700 yıllık bir aşka tanıklık ediyor. Mevlana Celaleddin Rumi ve Şems-i Tebrizi’nin dillere destan aşkına... Kitabın Mevlana ve Şems’in hikayesini anlatan her sayfasını dikkatlice okudum. Aralarındaki bağa şaşırdım.Mevlana Şems için her şeyi yapabilecek kapasitede birisi. Çünkü Şems’te kendi benliğini bulmuş. Fakat Mevlana dışındaki herkes Şems’ten nefret ediyor. Belki kıskançlıktan, belki burnunun havada olmasından. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de pek hoşlanmadım Şems’ten. Burnunun havada olmasından sanırım. Bana bunu ne düşündürttü bilmiyorum ama sevemedim bir türlü.

    Kitapta beni etkileyen bir diğer şey ise kanayan yüzük idi. Siyahlar içindeki gözleri sürmeli adam, Şems-i Tebrizi, Karen'a Senin olanı sana getirdim, senin olanı kimseye verme.” diyerek avucuna bir yüzük bırakır. Makalat'taki hikayeye göre bu kanayan yüzük düğümlenmiş huzursuz gönülden alınmış taşlaşmış yürekti. Bu yürek Karen'ın yüreği. Huzursuz olmasının nedeniyse babasının onu terk edip gidişi. En azından ben bu şekilde anladım. İlerleyen bölümlerde Karen’ın Konya’ya gelmekle iyi yapıp yapmadığını sorgulaması ile bu yüzüğü unutup unutmaması arasında bir ilişki kurulduğunu görüyoruz.Yüzüğü taşıdıkça ve ona önem verdikçe babasına karşı daha anlayışlı olduğunu fark ediyoruz. Zaten sonunda da babasını kendi içinde affediyor ve Poyraz Efendi semaya kalkabiliyor. Fakat Poyraz Efendi'yi affetmesinde ki diğer neden ise Mevlana ve Şems aşkına tanık olması. Mevlana'nın kendi benliğini Şems'te bulduğunu fark ediyor düşlerinde. Babası ve Şah Nesim arasındaki ilişkiyi de bu şekilde anlayışla karşılayıp affediyor. Babasının ne kadar mutlu olduğunu düşlüyor belki de Şah Nesim'in yanında. Babasını sevdiği için mutlu olmasına bir şey demiyor. Onla ya da onsuz... Bu davranışı herkes sergileyemez diye düşünüyorum.

    Kitabın başlarında Mennan'ı ben de Karen gibi suçlu, işbirlikçi sandım. Öyle olmadığı anlaşılınca içime su serpildi. Çünkü Mennan sürekli Karen'ın peşindeydi. Kötü adamın Mennan değilde Ziya Kuyumcuzade olduğunu öğrendiğimde şaşırdığım söylenemez. Çünkü Ziya'nın öz babası bile onun hakkında iyi şeyler söylemiyordu.

    Kitapta okumaktan en çok zevk aldığım hikaye Medusa'nın hikayesiydi sanırım. İkonion Turizm binasının
    duvarlarında mozaikle Medusa ve Perseus işlenmişti. Medusa yapmaması gereken bir şeyi yaptıktan, Poseidon'la Athena'nın tapınağında seviştikten sonra Athena, bu olaya kızıp Medusa'yı bir nevi canavara çevirdi. Medusa baktığı herkesi taşa çeviriyordu artık. Daha sonra Zeus'un cesur oğlu Perseus Medusa'nın başını keserek herkesi bu canavardan kurtardı.









    MEVLEVİLİK NEDİR?

    Hepimiz kitapta Karen Kimya'nın babası Poyraz Efendi'nin mevlevi olduğunu biliyoruz değil mi? Peki mevlevilik ne demek? Şimdi mevleviliğe yakından bakalım. Bektaşilik gibi Türk kökenli bir tarikat olan Mevlevilik, Mevlana Celaleddin Rumi tarafından kurulmuştur. Mevlana"nın oğlu Sultan Veled Çelebi tarikata daha düzen vermiş, töre ve ayinleri belirli kurallarla çerçevelemiştir. Bu tarikata girenlere "Mevlevi",toplantı ve ayinlerin yapıldığı yerlere de "Mevlevihane" denilirdi. Tarikatin başı "çelebi" diye isimlendirilir, bunlar Mevlana"nın torunları arasından seçilirdi. Mevlevi tarikatına baş seçilen Çelebi,Konya"da Mevlana"nın türbesi olan dergahta otururdu.


    SEMA NEDİR?




    Yine hepimizin bildiği gibi kitapta birçok yerde geçen bir diğer şey ise sema. Semadan birçok kez bahsediliyor. Susan'ın Poyraz'a sema gösterisinde aşık olması, kitabın sonunda Poyraz Efendi'nin semaya çıkabilmesi, Karen'ın semaya birkaç kez "dans" demesi ve bunun başkaları tarafından düzeltilmesi... Sema'nın ne anlama geldiği kitapta da Mennan tarafından anlatılıyor. Bir kez daha okuyalım. Mevlevilik deyince ilk akla gelen "sema", lügatte işitmek manasındadır. terim olarak, musiki nağmelerin dinlerken vecde gelip hareket etmek, kendinden geçip dönmektir. Hz.Mevlana zamanında belli bir nizama bağlı kalmaksızın dini ve tasavvufi bir coşkunluk vesilesiyle icra edilen "sema", sonradan Sultan Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanından başlayarak Pir Âdil Çelebi zamanına kadar tam bir disiplin içine alınmış, sıkı bir nizama bağlanmış; icrası öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Böylece XV.yüzyılda son şeklini alan Sema’ Töreni’ ne daha sonra sadece XVII.yüzyılda Na’t- ı Şerif eklenmiştir.

    MEVLANA TÜRBESİ

    Kitabı okuduktan sonra Konya'ya gidip Mevlana Türbesi ve Şems-i Tebrizi Türbesi'ni gezip görmek istedim. Bu
    yüzden hemen araştırdım ve türbeler hakkında bir sürü fotoğraf ve bilgi buldum. Hatırlarsanız kitapta İzzet Efendi, oğlu Ziya'dan kalan parayı Mevlana Müzesi'ne bağışlıyor.

    Mevlana Müzesi, Konya'da bulunan, eskiden Mevlâna'nın dergâhı olan yapı kompleksinde 1926 yılından beri faaliyet gösteren müzedir. "Mevlana Türbesi" olarak da anılır.
    (Yeşil Kubbe) denilen Mevlana'nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütun) üzerine yapılmıştır. O günden sonra yapı faaliyetler hiç bitmemiş, 19. yüzyılın sonuna kadar yapılan eklemelerle devam etmiştir. Osmanlı sultanlarının bir kısmının Mevlevi tarikatından olması Türbe'ye özel bir önem verilmesini ve iyi korunmasını
    sağlamıştır.
    Müze alanı bahçesi ile birlikte 6.500 m² iken, yeri istimlak edilerek Gül Bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m²ye ulaşmıştır.
    Bağlı bulunduğu Kültür Bakanlığı'na en çok gelir getiren ikinci müzedir. (Birinci Topkapı Sarayı müzesi.)

    Mevlana hakkında menkıbelerin anlatıldığı Ahmed Eflaki'nin kitabı "Arifler'in Menkıbeleri"nde Mevlana'nın babası için türbe yaptırmak isteyen devrin sultanına "gök kubbeden daha görkemlisini yapamayacağınıza göre zahmet etmeyin" dediği rivayeti yer alır. Türbe, Mevlana'nın ölümünden sonra inşa edilmiştir.











    ŞEMS-İ TEBRİZİ TÜRBESİ

    Önceki başlıkta Şems-i Tebrizi Türbesi'ni ziyaret etmek istediğimi söylemiştim. Şimdi de bu türbeyi inceleyelim.  
    Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz şehrinde "Geçil" denilen mezarlıkta, aynı bölgede Hoy’da, Pakistan’ın Multon şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistanlıların söylediklerine göre de Şems, Konya'dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, Hoy şehrine hareket etmiş ve orada yerleşmiştir. Rivayete göre Şems-i Tebrizi Hoy’da vefat eder ve orada gömülür. Mezarı, Unesco Dünya Kültür Mirası'na aday gösterilir. Bir rivayete göre,Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin küçük oğlu Âlâeddin de, Şems'i öldürenler arasındadır.
    Şems’in Konya'daki türbesi küçük, mütevazı, adeta saklanmış bir yerdir. Mevlânâ’nın o ihtişamlı türbesinin yanında -ki Mevlânâ -"En güzel türbe gökkubedir" der- sadedir.











    KİMYA HATUN

    Karakterimizin adını ilk okuduğumda Kimya isminin çok garip olduğunu ama güzel de durduğunu düşünmüştüm.
    Karen'ın isminin Mevlana'nın kızından geldiğini bilmiyordum tabii. Kitabın ilerleyen bölümlerinde Karen Kimya'dan ziyade Mevlana'nın kızı olan Kimya'yı da görüyoruz. Çünkü Karen Şems ile Mevlana'nın ilişkisine tanıklık ederken Kimya Hatun'u ve Mevlana'nın diğer çocuklarını da görüyor. Mevlana'nın küçük oğlu Alaeddin'in de Kimya'yı sevdiğini farkediyor tabii. Fakat Mevlana kızını Şems'e eş olsun diye verdiğinde Alaeddin de bu durumu hazmedemeyip Şems'in yanında yer almaya başlıyor.



    BAB-I ESRAR DİJİTAL HİKAYEM







    "A konuk, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ondan çekilip ayrılırken yaralanırsın sonra.""Ey bir sevdaya kapılmış, kendini kaybetmiş gönlü kınamaya, ayıplamaya açılan diller! Dudaklarınızı yumun, çünkü gönlün de bir başka dili var!"Divan-ı Kebir'den alınan bu satırlardan yola çıkarak Bab-ı Esrar'da işlenen Şems ve Mevlana ilişkisini açıklayınız.

    "A konuk, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ondan çekilip ayrılırken yaralanırsın sonra." Mevlana gibileri Şems'in yanına gidip kendi benliklerini bulmak isterler. Ama giderken arkalarında bırakacakları insanları da düşünürler. İşte bu yüzden hiçbir durağa gönül verme. Çünkü onlar sadece durak. İlahi aşka ulaşman için olan aşamalar sadece. Eğer onlara bağlanırsan ilahi aşka ulaşamazsın. İstediğini elde edemezsin.

    "Ey bir sevdaya kapılmış, kendini kaybetmiş gönlü kınamaya, ayıplamaya açılan diller! Dudaklarınızı yumun, çünkü gönlün de bir başka dili var!"  Her şey sözle anlatılmaz. Nasıl bazen gerçek, gözle görülmüyor da gönül gözüne görünüyorsa, işte bazen  içimizdekileri anlatmaya kelimeler yetmez. Ama gönlün başka bir dili vardır. O karşındakini anlar, affeder, dinler, sever... Bu yüzden Mevlana ve Şems saatlerce bir odaya kapanırlardı. Hiçbir zaman konuşmazlardı. Aslında konuşurlardı fakat biz anlamazdık. Çünkü gönlün başka bir dili vardı.